8 Ağustos 2013 Perşembe

Avusturya-Lihtenştayn-İsviçre Bisiklet Turu 2

İlk gecemiz açık havada oldukça konforlu geçmişti. Sabah uyanınca elimizi yüzümüzü yıkayıp; toparlanıp yola düştük. 5-6km geçmeden gördüğümüz ilk markette kahvaltı için durduk. Ekmek, domates, lor peyniri ve içeceğe yaklaşık onar lira ödeyip kıçımızı tuta tuta çıktık marketten. Gerçekten çok pahalı memleket. 



Kahvaltıdan sonra İsviçre-Lihtenştayn sınırına gelmemiz yarım saat bile sürmedi. Ren nehri iki ülke arasında sınır olmuş.




Bir süre nehrin kenarındaki bisiklet yolundan devam ettik. Haritalara göre bu bisiklet yolu Rotterdam'a kadar gidiyor. Bu yolda antrenman yapan yol bisikletçilerine denk geldik. 


Yol böyle çılgın bir kavşağa çıktı. Bisiklet yollarını geçtim paten yolları bile yapmış adamlar.


Az önceki kavşaktan 9 numaralı yola döndüğümüzde ilginç bir kasabaya girdik. Kasaba boyunca elektrik direklerinde bir çok flama asılıydı. Eyaletlerin ya da bulunduğumuz eyaletteki şehirlerin flamaları olduğunu tahmin ettik. Bir tanesinde ağzından ateş saçan bir ördek resmi vardı. Kasabadan çıkar çıkmaz da bu ince fakat yüksek şelaleye denk geldik. Teleferik direğinin sağ tarafında gördüğünüz üçgen açıklık dağın zirvesinden itibaren şelale. Paramız yeterse teleferiğe binmeye niyetlendik ama çalışmıyordu. Haritaya göre teleferik istasyonuyla şelalenin üstü arasındaki yükselti farkı 1000 metreye yakın.



Bir molada Umut Sarıkaya kariatürü gibi 'Alp Alp Alp' sıralanmış Alpler'le Ali Alp'in fotoğrafını çektim.



Walen gölünün kenarındayız. İnsanlar güneşli havadan istifade yüzmeye gelmişler. 



Gezdiğimiz her yerde göller ve akarsular çok temizdi. Bu gölden bardağımı doldurur içerdim susuz kalsam.



Buralarda insanlar bisikleti ulaşım aracı olarak kullandığı için bisiklet yolları da çok düzgün. Hatta bu noktada sarp bir kayalığı geçmek için bisiklet yolunu tünelle devam ettirmişler.



Araçlar için tünel de farklı yerden gidiyor. İki tünel dağın içinde burgu yapıyor. Bisiklet tüneli araba tünelinin solundan başlayıp sağından çıkıyor.




Yolun devamında başka bir tünel. Etrafımız o kadar güzel ki durup seyretmekten ve fotoğraf çekmekten yol alamıyoruz.



Tünelin girişinden gölün kenarına inen bir merdiven bulduk. Sanırım buradan küçük tekne ve kayıkları indirip çıkartıyorlar. Çelik kızak yapmışlar göle doğru inen.



Göl kenarında manzara çok güzel. Her şey doğal ve temiz. Türkiye'de böyle temiz yerlere şanslıysak 2500 metreden yüksekte rastlayabiliyoruz.


Weesen yakınlarında bir yerdeyiz. Öğle yemeği için yine bir markete girdik. Bu sefer hemen hemen aynı paraya ekmek, salam, kola ve kaşara benzer bir peynir aldık. Otoparkta afiyetle yedik.



Yol buradan sonra göllerden biraz uzaklaşıp içerilerden gitmeye başladı.  Ama memleketin su kenarı da dağ eteği de ayrı masalsı.



Yemek molasından sonra gitgide rahatsız hissetmeye başladım. Gücüm kesildi. Hava dokuza doğru kararmasına rağmen saat 5 gibi kamp yeri aramaya başladık. Büyük bir okulu kestirdik gözümüze. Bizdeki semt pazarları gibi üstü kapalı büyükçe bir bisiklet parkı vardı. Ben orayı çok beğendim. Ali'de biraz daha gitmekten yana. Tam Ali'yi ikna ettim derken bulunduğumuz kasabadaki marketlerin 5 dakika önce kapandığını fark ettik. Başka hiç bir büfe vs yok. Mecbur yola devam ettik. Market araya araya 3-4 kasaba daha geçtik. Sonunda Siebnen kasabasında bir benzincide açık market bulup biraz yiyecek ve içecek aldık.

Sonra tekrar yatacak yer aramaya koyulduk. Belediye ya da muhtarlık binasının arkasındaki otoparkta yatmamızın yasak olup olmadığını sorduğumuz adam: "Orda niye uyuyasınız ki? Şu aradan girin. Orada okul var. Bahçesinde yatarsınız. Hem tuvaleti de var." deyince rotayı okula çevirdik. Okul ve çevresi harikaydı. Basketbol ve voleybol sahası, büyükçe bir çim alan, paten ve kaykay pisti, kum havuzu, 100 metre tartan pist, dev ağaçların içinde kalan bir oyun parkı vardı. Tuvaleti ve duşu otelleri aratmıyordu. 



Kaykay pistine oturup birer bira içtik. Etrafta çocuklar cıvıl cıvıldı. Kimse okulun bahçesini kitlememiş, yasak koymamış. Çocuklar gönüllerince oynuyorlardı. 


Güneş batmaya başladıkça kalabalık azaldı. Biz de çimlere terfi ettik.



Hava tamamen karardığında da uyumak için hazırlıklarımızı tamamladık. Uzanıp yarın gideceğimiz rotayı tartışmaya başladık. Ali Eiger'den yana ben de Zürih'e doğru gitme taraftarıyım. Ali "Gelmişken dağlara tırmanmayı zorlayalım yetişemezsek de dönüşte trene bineriz." diyor. Ben de günde çok fazla yol alamamamız, dip dibe kasabalarda bile yiyecek bulmakta zorlanırken dağlarda ne olacağının belli olmaması ve yukardaki iklim konusunda bir fikrimiz olmaması dolayısıyla alçaklarda vadilerde takılma taraftarıyım. Bir karar vermeden uyuduk. 

Bir kaç saat sonra okul bahçesinde bir patırtı koptu ve ayakucumda 3-4 motor ve üstünde 7-8 ergen belirdi. Almanca "Napıyorsunuz burda. Uyuyor musunuz?" diye sordu bir tanesi. İngilizce "Uyuyoruz." dedim. O da ingilizceye döndü. "Sabaha kadar mı?" dedi. "Evet. Sabaha kadar." diye cevap verdim. "akh zou (ach so) gud nayt!" dedi ve gitti. Arkadaşları da peşlerinden gittiler. Uyumaya devam ettik.

Üçüncü günün sabahı rotamıza karar vermiş olacağız.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder