26 Kasım 2012 Pazartesi

Kapadokya Bisiklet Turu 1. ve 2. Gün

Aslında bayram tatilini Antalya'da Geyikbayırı ve Olimpos'ta tırmanan arkadaşlarımla geçirmek niyetindeydim. Yine bisikletimle gidip dinlenme günlerinde etrafta dolaşmayı ve Geyikbayırı-Olimpos arasındaki yolu bisikletle almayı planlıyordum. Ancak havanın yağmurlu olması ve otobüs bileti almak için geç kalmam beni bu fikirden vazgeçirdi. Alternatif planlar yapmaya başladım. Bodrum-Marmaris, Fethiye-Kemer derken aklıma Kapadokya fikri geldi. Hemen bölgenin hava durumuna baktım. Güneşliydi. Yanıma arkadaş aramaya başladım. Bir arkadaşım ancak ailesiyle konuştuktan sonra söz verebileceğini söyledi. Ve sonra ailecek bir plan yaptıklarını bana katılamayacağını öğrendim. 23 ekim 2012 salı akşamı Batı Ankara Bisiklet Grubunun toplantısında Kapadokya Turu fikrimden bahsettim. Recep "Ben gelirim." dedi. Çağrı: "İşleri ayarlayabilirsem gelirim. Ayarlayamazsam da çadırı veririm." dedi. Ve 26 ekim cuma öğlen otobüse binecek şekilde planımızı yaptık. Rotamız Aksaray'dan başlıyordu. İlk gece Ihlara'ya varıp oraya kamp atacaktık. Sonrasında Gaziemir Yeraltı Kervansarayı-Derinkuyu Yeraltı Şehri-Kaymaklı Yeraltı Şehri ve Kapadokya Bölgesi vardı. İkinci üçüncü günleri planlamadık. Gezebildiğimiz kadar gezip yorulduğumuz yere kamp atacaktık.


Planımız yemek yeyip yola çıkmaktı ama bayram dolayısıyla her yer kapalı olduğu için yemek yiyecek bir yer bulmakta zorlandık. Sonunda tavuk dönerci bulup karnımızı doyurduk. Market alışverişimizi tamamladık. Vilayet'in önünde de hatıra fotoğrafı çekip yola koyulduk. Biz şehirden Ayrılırken akşam ezanı okunuyordu.



Aksaray'dan çıktıktan hemen sonra bizi çok sert rampalar karşıladı. Biz rampalarla mücadele ederken hava da  iyice karardı.


Selime beldesine çok yakın bir yerde düğüne denk geldik. Biraz oynayıp biraz da dayak yedikten sonra yola devam ettik. :)


Hayatımın en zor 40 kilometresinden sonra ilk geceyi geçirmeyi planladığımız Ihlara'dayız. Kahvede birer sıcak çay içtikten sonra benzinciyle anlaşamayıp çadırı belediyenin bahçesine kuruyoruz. Bisikletleri de bayrak direğine kitledik. Uykuya hazırız. Sabah erkenden kalkıp Ihlara Vadisini gezip yola devam edeceğiz.


Sabah müze açılır açılmaz damlıyoruz içeri.





Vadinin içinde kayaları oyarak yapılmış 4 tane kilise var. Duvarlardaki resimler magandalar ve ışık yüzünden tahrip olmuş durumda. Karanlık olduğu için renkleri solmayan bu kilisenin motiflerini çekmeye çalıştım. Karanlıkta flaşsız ancak bu kadar oldu.



Dikkat köpek var. Bir de köpeğin tahtadan heykeli.



Vadiyi gezdikten sonra yola devam ediyoruz. Sıradaki durak Gaziemir Yeraltı Kervansarayı. Öncesinde ıhlara köyüne inip geri tırmanacağız. Yol dik, dar ve yoğun. Yanımdaki delikanlıyla sohbet ede ede çıkıyorum yokuşu. Bayramlıkları çekmiş. Harçlığını cebine koymuş olta almaya gidiyor. Bayram şekeri ikram edelim diyoruz ama Recep o anda bulamıyor şekerleri çantadan. Kısmet değilmiş.



Vadinin diğer uçtan görünümü de böyleydi.







Hasandağını arkamıza aldık. Gaziemir köyüne doğru ilerliyoruz.




Gaziemir Köyü'ndeyiz. Kahvede birer bardak çay içip ekmek arası bir şeyler atıştırdıktan sonra yeraltı kervansarayını gezmeye başlıyoruz. Burası 1997 yılında keşfedilmiş. Daha öncesinde burada böyle bir kervansaray olduğu bilinmiyormuş.

Fotoğraftaki yer şarap üretimi için kullanılan şırahane. Üzümler arkadaki bölmelere doldurulup ayakla eziliyormuş. Ezilen üzümlerin suları da öndeki küçük havuzcukta birikiyormuş. Şekli de biraz insan yüzünü andırıyor sanki.



Burası kervansarayın gözetleme deliği. Şimdi tahtayla kapalı olan yer göçmüş. Evinin bahçesindeki deliği bulan kurnaz bir köylü hazır oda buldum deyip burda koyunlarını beslemeye başlamış. Hatta kayaları oyup koyunlar için yemlik bile yapmış. Merdivenler de koyunlar tarafından kullanıla kullanıla aşınmış bozulmuş. 1997 yılında burayı fark eden muhtar yetkililere haber vermiş ve kazı çalışmaları başlamış. Ve kervansarayın diğer odalarının köyün büyük kısmını kapladığı keşfedilmiş.






Burası hayvanları bağdıkları odalardan biri. Ortada da yemlikler ve yalaklar var. Tavan develerin rahat hareket edebileceği kadar yüksek.



Hayvanları bağlamak için duvarlara böyle oyuklar açmışlar. Yumuşak volkanik kayaların tüm avantajlarından faydalanılmış.



Derinkuyu Yeraltı Şehri ziyarete kapanmadan yetişebilmek için sınırları zorladığımız bir yolculuktan sonra Derinkuyu kasabasındayız. Ve müzenin kapanmasından 5 dakika önce yetişiyoruz.



Derinkuyu'da bölgenin en büyük yeraltı şehri var. 8 katlı bu yeraltı şehrinde 3500 kişi yaşayabiliyormuş. Ayrıca benzerlerinden farklı olarak misyoner okulu da varmış. Şehrin havalandırmasını bu fotoğraftaki 60 metrelik bacayla sağlıyorlarmış.



Şehirdeki kapılar bu dev yuvarlak taşlarla kapanıyor. Hemen hemen her katta bu kapılardan var. Zaten eğilerek zor geçebildiğimiz koridorlar bu taşı yuvarlayınca kolayca kapatılıyor. Ortadaki delik de kapıyı kapatıp açmak ve kimin geldiğini gözetlemek içinmiş.



Yeraltı şehrini gezdikten sonra yemek yeyip, internet kafede çektiğimiz fotoğrafları değiş tokuş edip bir kahveye atıyoruz kendimizi. Gün içinde kaybettiğimiz sıvıları bol bol çay içerek geri alıyoruz. Bu arada esnafla sohbet etme şansımız da oluyor.



Gece Recep yola devam etme konusunda istekli ancak ben ne gece bisiklet sürmek istiyorum ne de yol yapacak enerjim var. Gideceğimiz yöne doğru yola çıkıp ilk noktada kamp atmaya karar veriyoruz.

Derinkuyu'dan çıktıktan 3 kilometre sonra bu benzinliği görüyoruz. Çalışan arkadaş bizi sıcak karşılıyor. Çadır için yer gösteriyor hatta içerde yatabileceğimizi söylüyor. Teşekkür edip çadırımızı kuruyoruz. Eşyalarımızı çadıra yerleştirirken sesleniyor: "Gelin hadi çay hazır.".

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder